Leyla'lı günler zamanla daha da keyifli olmaya başladı. Geçenlerde ilk kez kahkaha attı mesela; bütün duyularımızla devamını bekledik, üç dört kez geldi üst üste. İnsanın bu anlarda hissettiği tüm duyguları koruyup saklayabileceği bir sandık olmalı, gün gelip açmalı onu, yaşamalı yeniden; ne başkaymış, ne güzelmiş...
Kış bebeği olması düşündürüyordu beni; soğuktan koruyabilecek miyiz, aman hasta olmasın, ateşini çıkarmayalım, üşütmeyelim... Bir yandan da rahat bir ebeveyn olmanın yollarını arıyordum; biz ne kadar rahat olabilirsek onun da bunu hissedip daha sakin olabileceği düşüncesiyle hareket etmeye çalışıyordum. Gerçekten bazı günler deneyimliyorum; çocuk bize bizle geliyor cidden. Bu bebeler var ya bu bebeler her şeyi anlıyorlar; anlamıyorlarsa ben de İrem değilim! :)
Bir süre evdeydik, rutin kontroller için çıkıyorduk sadece evden; aldığımız havayla idare ediyorduk artık:) Domestik sayılabilecek türden bir insanım; evde hiç sıkılmam, en çok mutlu olduğum yerdir evimiz. Gel gör ki lohusalık, yeni annelik ve beraberinde gelen birçok yeni kavramlarla tanışırken evlere sığamaz oluyor insan. Bir keresinde yalnız çıkmıştım; Leyla ve babası evde, ben markette. O bile nasıl iyi gelmişti bana; yol boyu yüzüme vuran rüzgarın tadını çıkarıyordum, kulağımda tabii ki kulaklığım, bir göğe bakıyordum, bir dallara, bir yere...
40 gün geçtikten sonra Leyla'yla biran önce dışarı çıkmak istiyordum; ama bir başımıza, ikimiz. Bunu yapabildiğimi görmeye ihtiyacım vardı. O gün geldi, hava soğuktu ama sarıp sarmalanıp çıkacaktık. Evden çıkabilmemiz çok kolay olmadı; bebemin kişisel bakımı, beziydi mendiliydi derken çantamızın hazırlığı, Leyla'yı ilk kez taşıyacak olan kanguruyla mücadelemiz, bendeki heyecan ve panik; hepsi toplamda 1 saati geçmişti sanırım.
Dışarı çıkar çıkmaz ikimiz de sakinleşmiştik; oksijen yavrumun gözlerini yavaş yavaş kapatıyor ona güzel ve derin bir uyku getiriyordu. Planımı değiştirmiştim, sahile kadar yürüyüp tekrar eve çıkmak yerine bir çılgınlık yapıp gezimize tramvayı da ekleyip teyzeme gidecektik (annemler gün boyu bizi evden almak için çokça tekliflerde bulunmuştu; derdim başkaydı, bunu biz Leyla'yla yapabilmeliydik). Leyliş tramvayda da uslu uslu uyudu; hamileyken karnıma agucuk bugucuk yapan teyzeler bu kez de bebeği görebilmek, uzaktan da olsa sevebilmek için can atıyorlardı. Elim yüreğimde; "ne zaman uyanacak acaba, uyanır uyanmaz ağlar mı, susmazsa ne yaparım..." gibi sorularla yolu tamamladık. Bundan sonrası daha kolaydı; yürürken (hareket halindeyken) çok fazla problem olmuyordu, aç değilse tabii.
Başarmıştık işte; bizi kapıda karşıladıklarında şaşkın ve sevinçliydiler :)
O günden sonra ve her geçen gün daha kolay, daha rahat çıkıp gezebiliyoruz artık. Uyanık olduğu saatlere denk geldiysek etrafı öyle güzel izliyor ki; gördüğümüz her şey üzerine konuşuyoruz (evet konuşuyoruz; çünkü o da karşılık veriyor bana, ben karşılık verdiğine inanıyorum:), anlatacak ne çok şeyim varmış Leyla'ya; bazen bir sır veriyorum ona, gözlerini kocaman açıp söz veriyor saklayacağına; sevinçlerimden söz ederken çıkarıp dilini dışarı, gülüyor başını yaslayıp bana, üzüldüğüm kızdığım ne varsa anlatıyorum ona.
Yorumlar
Yorum Gönder