Neresinden başlamalı bu yazının, doğrusu ben de bilmiyorum... Ve fakat uzunca bir süredir zihnimin içinde sürekli dolanıp duruyor; tüm özneleri, yüklemleri, belirtili ve belirtisiz nesneleriyle..
Üniversitede çok sevdiğim bir hocamdan ilk kez duyduğumda (muhtemelen gündemimde bambaşka konular olduğu için) kendimce tuhaf karşılamış, hatta içten içe cinsiyetçi bir söylem olduğunu düşünüp çok sinirlenmiştim; "Annelik bir hastalık; anne olan kadınların çoğu gerçekten hasta oluyorlar." demişti konuşmamızın bir yerinde.
Leyla doğduktan sonra tam da lohusalık döneminde ben de gereksiz yere zihnimi türlü kötü senaryolarla meşgul etmiştim evet ama bunun o döneme has bir özellik olduğunu bilerek çok da takılmamıştım aslında. Oysa bugün annelikte 2. yılını tamamlamış bir kadın olarak iyimserlik adına ne kadar yol aldığım ciddi bir tartışma konusu...
Geçenlerde hayatımda ilk kez canımı sıkan pek çok şeyin; ki bu şeylerin Dünya geneline özgü mevzular olduğunu ve kendi küçük dünyamızda bu sorunlara ilişkin iyileştirici çözüm çabalarımızın yanıtsız kalacağı gerçeğini de düşününce gerçekten kalbimi sıkıştırdığını hissetmek hiç de hoş olmadı... Bu bir yaşlılık belirtisi midir bilmiyorum... Benim anladığım; yaşamda alınan yolla edinilen deneyimler insanı yavaş yavaş daha az mutlu ama daha fazla mutsuz ediyor sanırım...
Hayır; sadece annelik ya da geçen yıllar da değil ki konu...
Geçenlerde bir yazı okumuştum; evet ya dedim işte tam da bu;
İnsanlara güvenmek istiyorum. Erdal Atabek’in de söylediği gibi, karşımdaki kişiyle ilgili bir fikir yürütürken 100 puandan başlamak istiyorum. Ancak başkasının çöpünü toplamanın “salaklık”, karşındakine “siz” demenin “eziklik“, kendini ifade etmenin “karı gibi konuşmak”, seviyeli olmanın en iyi ihtimalle “naiflik” olarak algılandığı bir ortamda ben de giderek umudumu da, güvenimi de kaybediyorum." (Elif Doğan, 2018. Fazla Güveni Olan Var mı?) http://blogcuanne.com/2018/08/27/fazla-guveni-olan-var-mi/(bu yazı hala eksik...)
Yorumlar
Yorum Gönder