Ana içeriğe atla

Şeker Gibi Bayram-1


 Diş çıkarma krizleriydi, atak haftalarıydı, bayramdı, seyrandı derken yine boş kaldı buralar... Neyse ki zihnim yerli yerinde; yazılacak olan her şey nizami şekilde sıranın kendisine gelmesini bekliyor. 

  Kadir'le henüz birbirimizden haberimizin dahi olmadığı zamanlara ait tuhaf tesadüflerle çevrili bir hikayemiz var aslında. Hayat bize, birkaç kere üç birlik kuralına (yer-zaman-mekan birliği) tam da uygun şekilde sahneler yazmış, roller biçmiş ve fakat yıllar geçmiş biz birbirimizi bulana kadar... Kadir'in abisi de hikayemizin gizli öznelerinden biri aslında :)) Kadir'den önce Gökhan abiyi tanıyordum, birlikte tiyatro yaptık, aynı oyunlarda oynadık; hatta oynadığımız, bir sahnesinde benim de seyircilerin arasına karıştığım, çocukların üzerimdeki kuzu kostümünün her bir parçasını dilediği gibi didikleyip çekiştirdiği çocuk oyununa Kadirgiller aile boyu gelmiş, karşılarına çıktığım ilk ana bakar mısın; resmen kuzuyum ya kuzu! Bu sonradan öğrendiğimiz tuhaf karşılaşmaya sonradan çok güldük. Tesadüfler silsilesi serili yazılarım için takipte kalın efem:)

  Ramazan Bayramı tatilimiz kader üçgenindeki yeriyle Gökhan abi ve sevgili ailesine denk geldi ki ne de güzel oldu. Sene içerisinde sayılı günlerde birlikte olmak (bilhassa iki kardeş arasındaki sihirli bağlılık söz konusu olunca) pek de tamam olamıyor, hızlıca geçip yarım kalabiliyor çoğu şey. Hal böyle olunca, davet de gelince Leyla'yı ilk bayramında uçurduk havalara:)

  Uçağa binmeden evvel başlamıştı Leyla'nın ağlama nöbetleri. O dönem henüz çıkmaya teşebbüs eden üst dişler çoğu akşam rahat bırakmıyordu kızımızı (bizi). Niyeyse dişlerin çıkması epey zorlu oldu; çıkmadan çok önce başladı sancılar-ağrılar neyse ki ateş yükselmesi gibi bir şeye denk gelmedik. Kadir'in ağrı kesici verelim ısrarlarına doğal ağrı kesici ve antibiyotik özellikli sütümle direndim, direndim ve zafer benim! Arada kaçırıyor ağzından; "iyi ki vermemişiz diye" :)). Yolculuk süresince kulaklarına uygulanan basıncın daha fazla rahat etmemesi için uçak kalkış ve iniş anında emzirmeliydim Leyla'yı fakat o da ne, ısırıyor bildiğin! İlk defa orada başladı ısırmaya, bir hafta kadar çeşitli zamanlarda yeniden denemeye kalktı ama "yavaş ol bakalım ahbap!" tavrımla durumu hemen kontrol altına aldım, şu sıra birkaç kere yine denk geldim; sebebi tam olarak nedir çözemedim.

  Yol boyu hiç durmadı bizim kız; hele o bebelerin de annesinin kemerine bağlanma durumu yok mu, gelir mi Leyla böylesine; özgür ruh bizimki, kolunu-bacağını oynatacak yeterli alan bulamayınca başlıyor "wchaa, gyaaa, chaaa...". Ne yaptık-ettiysek kar etmedi; şöyle böyle atlatmaya çalıştık, tabii acayip bakışlar eşliğinde:)). İstanbul'a indiğimizde, bavul beklerken aynı uçakta geldiğimiz teyzelerin her birinin (çocuk bakım ve onarımla ilgili) güzide yorumları-tavsiyelerinden bahsetmiyorum bile! :)))

  Gelmiştik işte!
Son Sahur Yemeği:)


Bayramın 1. Günü → Bursa/Cumalıkızık

  Evin beyleri bayram namazına gidince, anneler de bebeleriyle birlikte "derin bir uykunun dibine düşünce" babaları bayram sabahı kahvaltısıyla karşılayamadık:)) El birliğiyle çabucak kurduğumuz sofrayı aynı hızla tüketip düştük yollara.
Bayram Sabahı
  Bayram nedeniyle ücretsiz olacağını düşündüğümüz Osman Gazi Köprüsü gişesinde, 65 tl ödeme yapınca hayatın sürprizlerle dolu olduğu gerçeğiyle bir kez daha yüzleşmiştik.

  Yolda bizi karşılayan "ufak tefek taşları" gördüğümüzde artık Bursa'daydık. Ulu camii civarlarında biraz gezeledikten sonra kavurucu sıcaktan hızla uzaklaşıp Cumalıkızık'a uzandık. O ne güzellik, o ne şirinlik! Köye gelir gelmez karnımızı bir güzel doyurduk, ağaçların yeşilin arasında doğayla iç içe güzel işletmeler var, köy kahvaltıları pek bir meşhur burada.
Leyla ve Göktuğ'un Salıncak Keyfi
    Cumalıkızık'ın yaşayan evleri, tarihi ve doğal dokusuyla eşsiz güzelliğe sahip; farklı bir zamanı yaşıyor hissine kapılıyor insan.   Zaman sana hiç dokunmasın, dilerim hep böyle kalasın Cumalıkızık!



  


  Dönüşte Yalova-Topçular'dan feribotla geldik, efil efil ne de iyi geldi!

  Tabii çocuklarla (bebeklerle) birlikte gezilen yerlerde derinlemesine keşif yapılamaması su götürmez bir gerçek; bu nedenledir ki notlarım gezileriniz için iyi bir rehber olmayacaktır:)




Gezimizin ilk gününden çıkardığımız derslerle planlarımızda düzenlemeye gittik; akşam saatlerinde çıkmalı, güneşe tutulmamalıydık. 

  ...



  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uzaklara Doğru...

Neresinden başlasam bilmiyorum... Bazen yavaş çoğu zaman hızla geçen yedi ayı geride bıraktığımız "uzaklarda" serisinin ilk kaleme alınışı oluyor bu yazı. Atlamadan, eksiltmeden ve eklemeden tüm gerçekliğiyle aktarabilmeyi umuyorum :). Ha bugün ha yarın yola çıkacağımız günün haberini almayı beklediğimiz günlerdi. Kadir çoktan istifasını vermiş, Leyla kreşten ayrılmış, Yeşilköy'e dördümüz gidip gelmeye alışmıştık... Rapor almaya gerek yoktu; nasılsa yolculuk yakındı... Aylardan Eylül ama köy okulumuzda soba yakmaya başlamıştık bile... Ders aralarında Deniz'i emzirmek, müdür yetkili öğretmencilik oynamak, Leyla'yı da birinci sınıflarla birlikte idare etmek, işe götürdüğüm evi de derleyip toplamak her geçen gün daha da zorlaşıyordu... İkinci haftanın ortalarında, sabah ve öğleden sonra olmak üzere yolda geçirdiğimiz toplam iki saatlik yolculuğun getirdiği yorgunluk, görevlendirme sürecime ilişkin belirsizliğin yarattığı huzursuzlukla bu şekilde devam edemeyeceğimi r

Kadir'e...

Bundan yıllar evvel (9 sene önce) Kadir'le yaşama dair ortak hayaller kurmaya başladığımız dönemde bir sürü şey konuştuk, planladık, hedefledik... Etkileşimli ve zamanla şekillenen bu süreç, matruşka bebekleri anımsatır bana hep; iç içe geçmiş sıralı bir dizi şenlikli hayaller... Yaşamın ironik hallerinde buluşuyorduk çoğunlukla; konuşmalarımıza uzun süre ciddi şeyler uğramadı hiç. Esprilerin havada uçtuğu günlerde bir de baktım ki uçan benim! Günler, aylar, yıllar geçerken yüzündeki naif hikayeyi her gün okumayı, 1 Mayıslarda birlikte söylenecek marşlara tercih etmiştim; zaten sesim kimseler eşlik etmezken bana daha güzel :) Beraber yazıp yönetmeyi düşündüğümüz bir tiyatro oyunu fikrinden başlayıp bugünlere uzanan bir yol arkadaşlığı öyküsü... Ha hala oturup da iki satır yazamadık ama olsun :) Her yeni güne yeni şeylerle uyanıyorum kendim bileli. Bu, enerjimi çoğu zaman dinamik tutsa da, kendimi zamanın ritmik tik-taklarına bırakıp, biraz da yalnızca bu sesi duymak is

Varoluş

Her yıl belli ay ve dönemlerde benzer şeyler yaşıyorum. Bu bir döngü halini alır oldu. On üç yıldır... Yoklukla başlayan bir varoluş sancısı olarak tanımlayabilmek mümkün bu durumu. Tam da yirmi birinci yüzyıl dünyasında bilimde yalnız madde değil sezgilerin de işe koşulması gerektiği tartışılırken...  "Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği" değil de adeta "Varolmanın Dayanıl(a)maz Ağırlığı"nı her geçen gün/ay/yıl daha derinden hissediyorum sanırım. Kuvvetle muhtemel bir başka varoluşa sebep olmak da söz konusu  ağırlıkta bir paye.  Ay henüz çıkmadan yazmam gerekti... "Nisan da olmasa buluşacağımız yok!" deyip de kızma bana. Çünkü bilmelisin ki her fırsatta seninleyim baba. Şu insanı kendine dâhi yabancılaştıran yüzyılda seninle birlikte anılarımızda kalabilmek "rağmen var olmak" gibi bir şey... Farklı takvimlerde eş zamanlı yaşamak öylesine güç, öylesine zorlayıcı... Tüm güzel zamanlarımız ve anılarımız "kim tarafından, nasıl ve neden ya