Ana içeriğe atla

"Her Şeye Yetişilir..."


 Bebekli hayata geçişle birlikte yaşamımızda değişen çok şey oldu, oluyor elbette... Evin içinde sürekli bir şeylere yetişmeye çalışırken buluyorum kendimi. Annemin olmadığı günlerde deneyler yapıyorum; Leyla kaç saat uyuyor, o uyurken ben neleri yapabiliyorum, biraz daha hızlanıp yapabildiklerimi çoğaltmak mümkün mü, ne kadar uyanık kalabiliyor, uyanıkken geçirdiğimiz zamanın kalitesini nasıl arttırabilirim vb. 

 Derdim her şeyi dört dörtlük yapabilmek değil, rahatsız edici boyutta tertip-düzen takıntısı bir insan da değilim; beni korkutan yapabileceklerimin birikip bir müddet sonra daha da sıkıcı ve bunaltıcı olma ihtimali. Sonra birden düşünmeye başladım; evi iki yetişkin, bir bebek paylaşıyorduk artık, sanırım "anne"lik ve toplumun dayattığı cinsiyetçi yapıyla iş yüküm artmıştı. Peki diğer yetişkin "baba"ya ne oluyordu... Ve çakralarım yavaş yavaş açılmaya başlıyordu; ommm!!

 İş buyurmak, emretmek hiç başvurmadığım, hiç hoş karşılamadığım bir yöntem (evde-işte-okulda-her yerde); kimi insanın bu eylemleri kendindeki bir yeteneğin yansıması olarak gördüğünü izlemek de ayrıca içler acısı, tuhaf bir durum... Annem, o söylemeden evde yapılacak olan işlere el atıldığında daha çok mutlu olurdu; söylemeyi de pek tercih etmezdi, ona görünen her şey bize de görünüyordu ve bunu söylemenin bir anlamı yoktu ona göre :) Ben de evlenip ilk kez biriyle aynı evi paylaşmaya başladığımdan bugüne aynı görüşteyim. Söyleme söyleme baktım olacak gibi değil; küçük şakalarla esprilerle durumu izah etmeye çalışıyorum; bir gün iki gün tamam diyorum oldu bu iş; sonra hoppp yeniden...

 Babaya görünmeyen işlere bir de akıl almaz sorular eşlik eder olmuştu. Benim de herkes gibi maksimum kullanabileceğim el-ayak sayım iki olduğu için haliyle bazı işlerde mecburen yardım almam gerektiği oluyor. Şu alt değiştirme meselesini ele alalım; 43 gündür beni en çok zorlayan işlerden biri bu, çok hızlı olmak gerekiyor, el çabukluğu, pratiklik olası çiş-kaka kazalarını önlemek açısından önemli yetiler tabii. Bebekli yaşam alanımız evde salon ve yatak odasıyla sınırlı olduğu için sabah salona gelirken akşam yatak odasına giderken sürekli bir taşınma halimiz oluyor, bir de kesişim kümemiz var tabii her iki odada da bulunması gerekenler;ıslak mendil, bez, kusmuk mendilleri vb. Ve fakat sevgili babamızdan o an ihtiyacım olan bir şeyi istediğimde duyduklarım-gördüklerim, evdeki bu düzenden sadece benim haberim olduğu acı gerçeğiyle yüzleştiriyor beni (halbuki hastaneden geldiğimiz günden beri her şey aynı şekilde işliyor). Evde bir şekilde tolere edilebiliyor tabii bu durum ama dışarıdaki işler de girince işin içine karmaşık bir hal alabiliyor :) Tüm bu süreçte sakin sakin ondan rica ettiğim her şeyi detayıyla açıklamam gerektiğini öğrendim; baktığında bez genel bir kavram, tamam bez istiyorum ama nedir bu bez; mutfaktaki sarı bez mi yahut amerikan bezi mi ya da iç salgı bezi mi, nedir yani o da haklı kendince :)

 Duruma ayak uydurma konusunda çok zorlanmıyorum da işte; zamanımın kısıtlı oluşu zorluyor beni, yoksa nedir ki mesleki alışkanlık zaten bende tüm ayrıntılarıyla anlatmak... Hem artık eğlenmeye bile başladım, yeni şakaların esprilerin de kaynağı haline gelir oldu. Hepimiz mutluyuz şimdi:) 

 Bulaşık makinesi tabletiyle olan sınav da alnının akıyla geçildiğine göre gelsin yeni alışveriş listesi... 











Yorumlar

  1. Eyvah:)
    Yani işler sadece bebeğin ihtiyaçlarını karşılamakla bitmiyor.evdeki büyük çocuğa da yapması gerekeni ayrıntılı ve sabırlı bir şekilde anlatmak da madalyonun diğer yüzü. Ama olmazsa olmazı aynı zamanda da.
    Annelerimize belki de işin bu yönü daha yorucu geldiği için daha başlamadan vazgeçtiler.
    Ve bütün işler hep annelere kaldı.
    Aslında annenin gördüğünü baba da görüyor sanıldi ama görmüyorlarmis meğer.
    Tek tek anlatmak gerekmiş.
    Biriktirip bir anda patlamamak gerekmiş.
    En az yeni dogan kadar sağ ve savunmasız oluyorlar.
    Zor ancak ihmal edilmemesi gereken bir süreç.
    Bu süreçte hepinize başarılar diliyorum.
    Leyla mucizesi bütün zorlukları kolay kılıyor. Bu da ALlahın hikmeti.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uzaklara Doğru...

Neresinden başlasam bilmiyorum... Bazen yavaş çoğu zaman hızla geçen yedi ayı geride bıraktığımız "uzaklarda" serisinin ilk kaleme alınışı oluyor bu yazı. Atlamadan, eksiltmeden ve eklemeden tüm gerçekliğiyle aktarabilmeyi umuyorum :). Ha bugün ha yarın yola çıkacağımız günün haberini almayı beklediğimiz günlerdi. Kadir çoktan istifasını vermiş, Leyla kreşten ayrılmış, Yeşilköy'e dördümüz gidip gelmeye alışmıştık... Rapor almaya gerek yoktu; nasılsa yolculuk yakındı... Aylardan Eylül ama köy okulumuzda soba yakmaya başlamıştık bile... Ders aralarında Deniz'i emzirmek, müdür yetkili öğretmencilik oynamak, Leyla'yı da birinci sınıflarla birlikte idare etmek, işe götürdüğüm evi de derleyip toplamak her geçen gün daha da zorlaşıyordu... İkinci haftanın ortalarında, sabah ve öğleden sonra olmak üzere yolda geçirdiğimiz toplam iki saatlik yolculuğun getirdiği yorgunluk, görevlendirme sürecime ilişkin belirsizliğin yarattığı huzursuzlukla bu şekilde devam edemeyeceğimi r...

Varoluş

Her yıl belli ay ve dönemlerde benzer şeyler yaşıyorum. Bu bir döngü halini alır oldu. On üç yıldır... Yoklukla başlayan bir varoluş sancısı olarak tanımlayabilmek mümkün bu durumu. Tam da yirmi birinci yüzyıl dünyasında bilimde yalnız madde değil sezgilerin de işe koşulması gerektiği tartışılırken...  "Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği" değil de adeta "Varolmanın Dayanıl(a)maz Ağırlığı"nı her geçen gün/ay/yıl daha derinden hissediyorum sanırım. Kuvvetle muhtemel bir başka varoluşa sebep olmak da söz konusu  ağırlıkta bir paye.  Ay henüz çıkmadan yazmam gerekti... "Nisan da olmasa buluşacağımız yok!" deyip de kızma bana. Çünkü bilmelisin ki her fırsatta seninleyim baba. Şu insanı kendine dâhi yabancılaştıran yüzyılda seninle birlikte anılarımızda kalabilmek "rağmen var olmak" gibi bir şey... Farklı takvimlerde eş zamanlı yaşamak öylesine güç, öylesine zorlayıcı... Tüm güzel zamanlarımız ve anılarımız "kim tarafından, nasıl ve neden ya...

Bir Yaş Alma Belirtisi Olarak: Kalp Yorgunluğu...

Neresinden başlamalı bu yazının, doğrusu ben de bilmiyorum... Ve fakat uzunca bir süredir zihnimin içinde sürekli dolanıp duruyor; tüm özneleri, yüklemleri, belirtili ve belirtisiz nesneleriyle.. Üniversitede çok sevdiğim bir hocamdan ilk kez duyduğumda (muhtemelen gündemimde bambaşka konular olduğu için) kendimce tuhaf karşılamış, hatta içten içe cinsiyetçi bir söylem olduğunu düşünüp çok sinirlenmiştim; "Annelik bir hastalık; anne olan kadınların çoğu gerçekten hasta oluyorlar." demişti konuşmamızın bir yerinde.  Leyla doğduktan sonra tam da lohusalık döneminde ben de gereksiz yere zihnimi türlü kötü senaryolarla meşgul etmiştim evet ama bunun o döneme has bir özellik olduğunu bilerek çok da takılmamıştım aslında. Oysa bugün annelikte 2. yılını tamamlamış bir kadın olarak iyimserlik adına ne kadar yol aldığım ciddi bir tartışma konusu... Geçenlerde hayatımda ilk kez canımı sıkan pek çok şeyin; ki bu şeylerin Dünya geneline özgü mevzular olduğunu ve kendi küçük ...