Ana içeriğe atla

Varoluş

Her yıl belli ay ve dönemlerde benzer şeyler yaşıyorum. Bu bir döngü halini alır oldu. On üç yıldır... Yoklukla başlayan bir varoluş sancısı olarak tanımlayabilmek mümkün bu durumu. Tam da yirmi birinci yüzyıl dünyasında bilimde yalnız madde değil sezgilerin de işe koşulması gerektiği tartışılırken... 

"Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği" değil de adeta "Varolmanın Dayanıl(a)maz Ağırlığı"nı her geçen gün/ay/yıl daha derinden hissediyorum sanırım. Kuvvetle muhtemel bir başka varoluşa sebep olmak da söz konusu  ağırlıkta bir paye. 

Ay henüz çıkmadan yazmam gerekti... "Nisan da olmasa buluşacağımız yok!" deyip de kızma bana. Çünkü bilmelisin ki her fırsatta seninleyim baba. Şu insanı kendine dâhi yabancılaştıran yüzyılda seninle birlikte anılarımızda kalabilmek "rağmen var olmak" gibi bir şey... Farklı takvimlerde eş zamanlı yaşamak öylesine güç, öylesine zorlayıcı... Tüm güzel zamanlarımız ve anılarımız "kim tarafından, nasıl ve neden yapılıyor bilmiyorum" aceleci bir öfkeyle yıkılıyor ardından aynı hızla  inşa edilen bana, sana,ona... hepimize yabancı eğreti oluşumlarda "yeni"zaman ve anılar biriktirmemiz kurgulanıyor sanki. Bu yüzden ne Çiftlik Caddesi'nde yürümek geliyor içimden ne de Lunapark'ın önünden geçmek. Böyle yazıyorum da bakma sen, "girince alışıyorsun". Öyle bir akıl dışılık... 

"Yeni"lere yekten karşı çıkacağım yok elbette. Leyla da benim her daim en "yeni"m. Çünkü gerçekten de o her gün yeni baba. Senden alıp ona verdiklerim özü bozulmadan nostaljik bir yeniliğe bürünüyor onda. Var olmak ve var etmek bu yeniliğin seyrinde tatlı bir ana dönüşüyor yalnızca. İkinizin arasındaki bu köprü görevimi ifa ederken yanım(ız)da olamayışın da işin tatsız yanı. Çünkü tüm bu zamanlarda sana dair keşiflerimin yarıda kalmışlığı beliriyor orta yerde, ucu bucağı olmayan bir dizi yaşan(a)mamış deneyimlerin belirsizliğiyle öylece durup geçmesini bekliyorum bu sarsıcı anların. Atak mı demeli bilmiyorum...

Sana hiç söylemediğimi fark ettim; kolundaki aşı izini çok seviyordum. Başımı yaslarken sana, oraya denk gelsin isterdim hep. Acılı bir anıya geç de olsa müdahale etme isteğinden belki de; bilmiyorum... Tabiatın gereği gözlerin hep bayramlık olmalı, kalbine hiç acı uğramamalıydı çünkü senin. Sen acıyı bana/bize bırakıp gittin baba, alacağın olsun...

Zaman ve mekândan bağımsız şekilde; seni seviyorum, seni seviyorum, seni seviyorum...

10 Nisan 1962-İyi ki doğdun.








Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uzaklara Doğru...

Neresinden başlasam bilmiyorum... Bazen yavaş çoğu zaman hızla geçen yedi ayı geride bıraktığımız "uzaklarda" serisinin ilk kaleme alınışı oluyor bu yazı. Atlamadan, eksiltmeden ve eklemeden tüm gerçekliğiyle aktarabilmeyi umuyorum :). Ha bugün ha yarın yola çıkacağımız günün haberini almayı beklediğimiz günlerdi. Kadir çoktan istifasını vermiş, Leyla kreşten ayrılmış, Yeşilköy'e dördümüz gidip gelmeye alışmıştık... Rapor almaya gerek yoktu; nasılsa yolculuk yakındı... Aylardan Eylül ama köy okulumuzda soba yakmaya başlamıştık bile... Ders aralarında Deniz'i emzirmek, müdür yetkili öğretmencilik oynamak, Leyla'yı da birinci sınıflarla birlikte idare etmek, işe götürdüğüm evi de derleyip toplamak her geçen gün daha da zorlaşıyordu... İkinci haftanın ortalarında, sabah ve öğleden sonra olmak üzere yolda geçirdiğimiz toplam iki saatlik yolculuğun getirdiği yorgunluk, görevlendirme sürecime ilişkin belirsizliğin yarattığı huzursuzlukla bu şekilde devam edemeyeceğimi r...

Bir Yaş Alma Belirtisi Olarak: Kalp Yorgunluğu...

Neresinden başlamalı bu yazının, doğrusu ben de bilmiyorum... Ve fakat uzunca bir süredir zihnimin içinde sürekli dolanıp duruyor; tüm özneleri, yüklemleri, belirtili ve belirtisiz nesneleriyle.. Üniversitede çok sevdiğim bir hocamdan ilk kez duyduğumda (muhtemelen gündemimde bambaşka konular olduğu için) kendimce tuhaf karşılamış, hatta içten içe cinsiyetçi bir söylem olduğunu düşünüp çok sinirlenmiştim; "Annelik bir hastalık; anne olan kadınların çoğu gerçekten hasta oluyorlar." demişti konuşmamızın bir yerinde.  Leyla doğduktan sonra tam da lohusalık döneminde ben de gereksiz yere zihnimi türlü kötü senaryolarla meşgul etmiştim evet ama bunun o döneme has bir özellik olduğunu bilerek çok da takılmamıştım aslında. Oysa bugün annelikte 2. yılını tamamlamış bir kadın olarak iyimserlik adına ne kadar yol aldığım ciddi bir tartışma konusu... Geçenlerde hayatımda ilk kez canımı sıkan pek çok şeyin; ki bu şeylerin Dünya geneline özgü mevzular olduğunu ve kendi küçük ...