Ana içeriğe atla

"Biz" Dili


  Uzun zaman oldu yaz(a)mayalı. O kadar çok şey bekliyor ki kafamın içinde yazılmayı bekleyen. Zaman geçtikçe birbirlerini sıkıştırıp zarar verecekler endişesiyle, küçük notlarla geçiştirmeye çalışıyorum ama çok işe yaradığını düşünmüyorum. Yazmayınca doluyorum, doldukça bir ağırlık basıyor; itiş kakış zihnim içinde fırsat kolluyorum elime kalem kağıt almak için. Bu da öyle bir yazı; ne zamandır ekliyorum, çıkartıyorum kendi kendime; henüz tam layığını buldu mu bilmiyorum. Yine de çok beklemeden dökülsün satırlara dedim, aldım sazı elime.

  Yakın zamanda kendimde keşfettiğim bir şey bu; 1. tekil kişiye ait eklerden bilinçsizce uzak duruyor(muş)um. Yakınımda, civarımda, sağımda, solumda rastladığım insanların "benim ev, benim araba, benim çocuk, benim hanım, benim koca, benim MUTFAK, benim BANYO(!), benim sokak vb." tamlamalarıyla bezenmiş cümlelerini duyduğumda bu konuyla ilgili farkındalığım su yüzüne çıkmış oldu.

  Geçenlerde Kadir'le olan birlikteliğimizin 8. yıl dönümüydü. İlk günden bugüne sanırım "biz" olabilmeyi her şeyin üstünde tutmuşum(z). Birlikte verdiğimiz sınavlardan iyi notlarla geçmemizin sırrı burada saklı olmalı. Ne zaman güneş kaybolmaya, karanlık bastırmaya başlıyor; birlikte koca güneşi sırtlanıp yeniden doğurtuyoruz; doğum tabii öyle kolay olmuyor, sancılar başlıyor, sıklaşıyor, aralıkları kısalıyor, soğukkanlılıkla karar verme anında her türlü riski göz önüne alıp hayati tehlikeleri en aza indirmeye çalışıyoruz. Uzun ve meşakkatli yolun mutlu sonunda kollarımıza aldığımız güneşle tazeleniyor, güçlenen yaşamsal ortaklığımızla yolumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Teçhizat ve malzemelerimiz her ne kadar en son teknolojiyle donanmış olsa da yine de dikiş izlerinden, minik çatlaklardan biz de payımıza düşeni alıyoruz. Doğum, yeni bağları da beraberinde getiriyor; bir düğüm daha atılıyor kalbimden kalbine. Sonrası hepimizin malumu; büyüyoruz, büyütüyoruz...


  Kadir'le çıktığımız yolu seviyorum, 
  Yoldaki dikenleri seviyorum ardında güller gizli,
 Boyumuzu aşan dalgaları seviyorum;suları çarpıp serinletiyor, ferahlatıyor, silkeleyip          kendimize getiriyor bizi, 
  İrili ufaklı taşlar belki kayalar,
  Çorak topraklar,
  Virajlar...
  Seviyorum, hepsinde var izimiz.
  Yollar "BİZ"im.
  Nice yıllarımıza, nice yollarımıza...






  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uzaklara Doğru...

Neresinden başlasam bilmiyorum... Bazen yavaş çoğu zaman hızla geçen yedi ayı geride bıraktığımız "uzaklarda" serisinin ilk kaleme alınışı oluyor bu yazı. Atlamadan, eksiltmeden ve eklemeden tüm gerçekliğiyle aktarabilmeyi umuyorum :). Ha bugün ha yarın yola çıkacağımız günün haberini almayı beklediğimiz günlerdi. Kadir çoktan istifasını vermiş, Leyla kreşten ayrılmış, Yeşilköy'e dördümüz gidip gelmeye alışmıştık... Rapor almaya gerek yoktu; nasılsa yolculuk yakındı... Aylardan Eylül ama köy okulumuzda soba yakmaya başlamıştık bile... Ders aralarında Deniz'i emzirmek, müdür yetkili öğretmencilik oynamak, Leyla'yı da birinci sınıflarla birlikte idare etmek, işe götürdüğüm evi de derleyip toplamak her geçen gün daha da zorlaşıyordu... İkinci haftanın ortalarında, sabah ve öğleden sonra olmak üzere yolda geçirdiğimiz toplam iki saatlik yolculuğun getirdiği yorgunluk, görevlendirme sürecime ilişkin belirsizliğin yarattığı huzursuzlukla bu şekilde devam edemeyeceğimi r...

Varoluş

Her yıl belli ay ve dönemlerde benzer şeyler yaşıyorum. Bu bir döngü halini alır oldu. On üç yıldır... Yoklukla başlayan bir varoluş sancısı olarak tanımlayabilmek mümkün bu durumu. Tam da yirmi birinci yüzyıl dünyasında bilimde yalnız madde değil sezgilerin de işe koşulması gerektiği tartışılırken...  "Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği" değil de adeta "Varolmanın Dayanıl(a)maz Ağırlığı"nı her geçen gün/ay/yıl daha derinden hissediyorum sanırım. Kuvvetle muhtemel bir başka varoluşa sebep olmak da söz konusu  ağırlıkta bir paye.  Ay henüz çıkmadan yazmam gerekti... "Nisan da olmasa buluşacağımız yok!" deyip de kızma bana. Çünkü bilmelisin ki her fırsatta seninleyim baba. Şu insanı kendine dâhi yabancılaştıran yüzyılda seninle birlikte anılarımızda kalabilmek "rağmen var olmak" gibi bir şey... Farklı takvimlerde eş zamanlı yaşamak öylesine güç, öylesine zorlayıcı... Tüm güzel zamanlarımız ve anılarımız "kim tarafından, nasıl ve neden ya...

Bir Yaş Alma Belirtisi Olarak: Kalp Yorgunluğu...

Neresinden başlamalı bu yazının, doğrusu ben de bilmiyorum... Ve fakat uzunca bir süredir zihnimin içinde sürekli dolanıp duruyor; tüm özneleri, yüklemleri, belirtili ve belirtisiz nesneleriyle.. Üniversitede çok sevdiğim bir hocamdan ilk kez duyduğumda (muhtemelen gündemimde bambaşka konular olduğu için) kendimce tuhaf karşılamış, hatta içten içe cinsiyetçi bir söylem olduğunu düşünüp çok sinirlenmiştim; "Annelik bir hastalık; anne olan kadınların çoğu gerçekten hasta oluyorlar." demişti konuşmamızın bir yerinde.  Leyla doğduktan sonra tam da lohusalık döneminde ben de gereksiz yere zihnimi türlü kötü senaryolarla meşgul etmiştim evet ama bunun o döneme has bir özellik olduğunu bilerek çok da takılmamıştım aslında. Oysa bugün annelikte 2. yılını tamamlamış bir kadın olarak iyimserlik adına ne kadar yol aldığım ciddi bir tartışma konusu... Geçenlerde hayatımda ilk kez canımı sıkan pek çok şeyin; ki bu şeylerin Dünya geneline özgü mevzular olduğunu ve kendi küçük ...